11 Aralık 2012

alıntı günü




şöyle bir şey hayal ediyorum. yazan, çizen, konuşan, konuştukça tepesindeki gürültü bulutunu şişiren; dipnotsuz, referanssız, alıntısız hayatlarına devam edemeyenler, bizler, periyodik olarak bir araya gelelim. hayır, konferanstan falan bahsetmiyorum. terliklerimizi ayağımıza geçireceğimiz, geometrik desenli halıya basacağımız, büyükçe bir orta sehpasının etrafındaki sandalyelere dizileceğimiz, koltuklara sıkışacağımız bir toplaşma. çay içip, börek, kurabiye, kısır, pasta yiyeceğiz. her seferinde farklı birimizin evinde. gelenlerin boş gelmeyeceği, yanlarında mutlaka bir alıntı getirecekleri bir gün: alıntı günü. alıntı biriktirmenin en iyi yolu. sonrasında tepe tepe kullanmak için. borges, marquez, calvino alıntılarımızı facebook'ta, twitter'da çar çur etmeden, kötü zamanlara saklamak için ideal.


düşünsenize, metis edebiyat şuna benzer bir ilan veriyor, ne kadar güzel.

buluşmak zor gelecekse bloglardan da yapabiliriz. o halıların, o kısırların tadını vermez ama, hiç yoktan iyidir.

bu yazı biterken normalde buraya bir alıntı koyardım ama, saklıyorum. gelecek hafta muarrem beylerde toplanıyoruz, ona kısmet olacak inşallah.

allah tuttuğunuzu alıntı etsin.

6 Aralık 2012

kaybetmenin büyülü tınısı



bu şarkı ve klibi karşısında büyülenmiş durumdayım. kaybetmeyi salık veren her şeye karşı ayrı bir sempatim olduğunu biliyorsunuz (biliyor musunuz?).

you got to lose sometime/
you've got nothing to lose this time.

kaybetmenin ahlakı üzerine

5 Aralık 2012

"Parası da bizden, tarihi de!"


(agos, derkenar, otuz kasım ikibinoniki)


Zenginim ve tarihim var. Genç kızları profilime beklerim.
"Zenginim, tarih benim, televizyon işine de giriyorum; genç kızların aramasını bekliyorum."

Aslında Başbakan’ın ‘Muhteşem Yüzyıl’ pasına bir de ben şut çekmek istemiyordum, yer ve gök her zamanki gibi onun açıklamalarına kilitlenmiş, iyi-kötü bir cevap verme telaşında; yeni, farklı ne söyleyenebilir ki? Ama Türk Tarih Kurumu Başkanı M. Metin Hülagü’nün HaberTürk gazetesine verdiği demece kayıtsız kalmak mümkün değil. “ABD abartınca iyi yönden abartıyor, biz de öyle yapalım” diyerek tarihi ‘olumlu’ olarak çarpıtmayı öneren bir profesörün, geçtim ‘Türk’ Tarih Kurumu’nun, bir üniversitenin tarih kulübünün başında bile olabilmesinin garipliğini bir kenara bırakıyorum. Derdim Sayın Hülagü’nün “Yapımcılar gelsin, tarihi de finansmanı da bizden” sözü. TTK’nın parasında gözüm yok ya, tarihiyle ilgileniyorum.

18 Kasım 2012

Ahlaki Kapitalizm: Kölelik karşıtı kampanyalardan fair-trade’e


(agos, derkenar, iki kasım ikibinoniki)

Kölelik nasıl ki Avrupa’nın sömürgeci deneyimiyle iç içe geçmiş bir olguysa, köleliğin kaldrılması da genelde anti-kolonyal mücadelelerin bir parçasıymış gibi düşünülür. Oysa kölelik karşıtı kampanyalar, sömürgeciliğin göbeğinde, hiç de anti-kolonyal bir tona sahip olmadan başlamıştı. 1800’lerin başında, belki de ilk modern ‘sivil toplum’ hareketini oluşturan kölelik karşıtı hareket, Afrikalı kölelere karşı bir vicdan muhasebesini elbette barındırıyordu. Ancak kampanyanın hızla yaygınlaşıp hükümet desteği de görmesi, Adam Smith sonrası ekonomi anlayışının malların ve iş gücünün serbest dolaşımını kutsamasıyla; kabuk değiştiren emperyalizmin, bir köle yerine bir ucuz işçi ve müşteri kazanmayı daha kârlı bulmaya başlamasıyla yakından ilgiliydi.

3 Kasım 2012

Müjde! Demokrasi geliyor ABD’ye!


(agos, derkenar, oniki ekim ikibinoniki)

Lokal ve organik bir kahveci bağırıyor: “Matt!”. ‘Matt’ benim, kahveciler ve müşterilerin ismini ortalığa haykırmadan iş yapamayan (ve aklımıza Althusser’i getirip duran) diğer tüm –cılar ve –ciler beni öyle biliyor. Kahvemi alıp dışarı çıkıyorum. Birkaç üniversite öğrencisi bağırıyor “Merhaba, bugün nasılsınız?” Herkesin açılışı böyle ama ben bu kalıba alışamıyorum, “bilmem, dün nasıldım ki?” diyemeden, “seçimler için kayıt yaptırdınız mı?” diyorlar. “Oy kullanmıyorum”. Beni önce affediyorlar “Olsun” diye, sonra teselli ediyorlar “size yine de iyi günler.” ‘Dünyanın en eski, en büyük demokrasi’sine kendi katkımı yapamadığım için, en azından bugün üzülmeyebilirim, affedildim.

Bir Ufak Anadolu Yolculuğu


(agos, derkenar, otuzbir ağustos ikibinoniki)

Zonguldak’ı seviniz. Denizi, dağı, balığı, sıkışmışlığı, Fener’i, fenere erişen dalgasını, İstasyon mahallesi’ni, Kurum’u ve kurumu, isini, nemini, yokuşlarını, dar sokaklarını, kalabalık çarşısını, “Atarlı mahallenin giderli çocukları” yazan duvarlarını, aşağısını ve yukarısını, ama daha çok aşağısını, madenlerini, madencilerini, The Wall’dan fırlamış Zonguldakspor amblemini, Meçhul Madenci Anıtı’nı, seviniz. Sonra Eskişehir otobüsüne binip gidebilirsiniz.

30 Temmuz 2012

Şeylerin Düzeni: Viva España!

(agos, derkenar, yedi temmuz ikibinoniki)

İki sene önce bu zamanlarda, İspanyol futbolcuların fotoğrafları, ‘Viva España’ sloganları, onlara hafif ayar veren “tamam Viva España ama, biraz da Visca Catalunya değil mi?” laflarıyla doluydu her yer. İspanya 2010 Dünya Kupası’nı kazanmış, finalde yendiği Hollanda’nın efsanesi Johann Cruyff “Ben Hollanda bayrağını değil, Hollanda futbolunu tutuyorum, onu da İspanya oynuyor” demişti. Cruyff’un tohumlarını 90’ların başında Barcelona’da attığı, bol pasa ve çok paylaşıma dayanan ‘total futbol’una çağ atlatan Guardiola Barcelona’sına dayanan İspanya, 2008’de de Avrupa Şampiyonu olmuştu ve tüm dünyada ‘iyilerin kazandığı’na dair yaygın bir kabul vardı. Söz meclisten dışarı, futbolla öyle pek alakası olmayan kimseler bile “güzel oyun” oynayan bu yakışıklı güruhu profil fotoğraflarına yakıştırmakta hiç zorlanmamıştı.

Yüksek Lisans, Yüksek Sömürü?


(agos, derkenar, yirmiiki haziran ikibinoniki)

 “Yüksek lisans öğrencileri köle emeği olarak kullanılıyor”. Geçtiğimiz günlerde bu başlıkla İngiliz gazetelerinde kendine yer bulan bir araştırma, bizi Türkiye’deki üniversitelerindeki durumu sorgulamaya itti. Özel üniversitelerin mantar gibi çoğaldığı, piyasa koşullarının git gide daha belirleyici olduğu, YÖK’ün kontrol mekanizmalarının etkisinin ise her zamanki gibi devam ettiği günümüzde, asistan olarak çalışan yüksek lisans öğrencilerinin durumunu farklı okullardan öğrencilerle konuştuk. 

3 Mayıs 2012

The Legend of Korra, son umut bükücü



(agos, derkenar, yirmiyedi nisan ikibinoniki)

“Keşişler umudun sadece dikkat dağıtıcı bir şey olduğunu söylerlerdi.” Eşitlik, özgürlük, ezilenlerin hakları için uğraşan siyasetçilerin dilinde “umut” kelimesini her duyduğumda, her içi umut dolu yalan (“Bu topraklarda hiçbir kötülük yapanın yanına kalmamıştır”dan başlayın, “Zafer direnen emekçilerin olacak”a gelene kadar birçok başka slogan geçeceksiniz)  meydanlarda haykırıldığında aklıma gelen bu sözler, bir çizgifilmden. Yaşayan son ‘uçan-bizon’u, en iyi arkadaşını, 100 yıllık geçmişinden ona kalan son şeyi kaybeden, son hava-bükücü Avatar Aang, kendisine hâlâ umut olduğunu, her şeyin iyiye gideceğini söyleyen arkadaşlarına böyle diyordu. 

11 Nisan 2012

Concerning this a man once said: Why such reluctance? If you only followed the parables you yourselves would become parables and with that rid of all your daily cares.
Another said: I bet that is also a parable.
The first said: You have won.
The second said: But unfortunately only in parable.
The first said: No, in reality: in parable you have lost.

10 Nisan 2012

Türk Pasaportu/Musevi Müzesi



(agos, derkenar, otuz mart ikibinoniki)
Karaköy’de dar, karanlık bir çıkmaz sokak, Perçemli. Sokağın ucunda eski bir sinagog, Zulfaris. Kendi cehaletimden, muhakkak, daha önce duymadığım, ama saklanmışlığının da payı olsa gerek, kendisini de pek duyurmayan bir müze, ‘500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’.

26 Mart 2012

Yeni Türk Lirası: Bir Ermeni Hatırası


(agos, derkenar, onaltı mart ikibinoniki)

“…nakledilen ahalinin alâka-ı mülkiyet ve tasarrufu kalmamasını temîn…”*

Baştan söyleyeyim, bu bir komplo teorisi yazısı değil. Bu konuyla ilgili benzerlerini okuduğunuz varsayımlar, “böyleyken böyle olmuş”lar, “bak bak kesin şöyle”ler bu yazıda yer almayacak. Ama bu bir komplo yazısı, orası doğrudur. Bu topraklarda yaşanmış en büyük komplonun cüzdanlarımızdaki izini anlatıyor.

18 Mart 2012

İkinci defa Uyuyan Güzel hikâyesini anlatmak istiyorum.
Uyuyan güzel dikenli çalıların arasında yatıyordu. Sonra bir gün birdenbire, üzerinden pek çok yıl geçtikten sonra uyandı.
Ama talihli bir prensin öpücüğüyle değil.
Onu genç aşçı uyandırmış, uyandırmasıyla birlikte de kulağına öyle bir yumruk yemişti ki ses tüm kalenin içinde çınlamıştı, neticede yılların biriken enerjisinin bir ürünüydü.
Aşağıdaki sayfaların dikenli çalıları ardında güzel bir çocuk uyuyor.
Aman ola, parıltılı bilgiyle donanmış talihli bir prensin buna yaklaşmasına müsaade etmeyin. Zira gelini öpmesiyle suratına tokadı yiyecektir.
İyisi mi başaşçı göreviyle yazar onu uyandırsın. Keskin çınlamasıyla bilgi salonlarını çınlatacak kulaklardaki yumruğun hanidir vakti gelmiştir.
İşte o zaman bu fukara hakikat uyanacak, hani yasaklı olarak kendisini bir profesör cübbesi içine kapattığını düşündüğü içindir ki yine kendisini modası geçmiş dingile bağlayan şu hakikat. (walter benjamin, alman trajik dramasının kökeni için, frankfurt sosyal araştırmalar enstitüsü'ne [frankfurt okulu] hitaben yazdığı ve yayınlanmayan önsöz'den.)

29 Şubat 2012

“Kurbanların yeniden şarkı söyleyeceği günleri anlat bana"


 (agos, derkenar, 13.02.12)

Leonard Cohen – Old Ideas

L. Cohen’in kendisi yeterince eski bir fikir, değil mi? ‘Leonard’la konuşmak istiyorum/bir sporcu o, ve bir çoban/tembel bir piç kurusu/takım elbisesinde yaşayan’. Old Ideas böyle açılıyor, Going Home şarkısında. Kanadalı bu ‘güzel kaybeden’, son stüdyo albümünden bu yana sekiz sene geçtikten sonra, nihayet, yeni bir albümle ve ‘eski fikirlerle’ geri döndü.

28 Ocak 2012

yan yana gelip seslerimizi birleştirmek







ağır, ağrılı, yorgun bir haftaydı, 20 ocak'ın agos'una ancak gitti elim. twitter'ımda umutsuz, mutsuz kısa cümleler birbirini kovalıyor: odatv davasında yine tahliye yok. bu ülke tahliyeye şükredenlerin, ama daha çok, onlara bunu bile çok görenlerin ülkesi. 

18 Ocak 2012

erdemli vatandaşların arkadaşları

2009 yazında, hrant dink muhalefetinin dönüştüğü şeye ilişkin, aşağıdaki satırları yazmıştım. fuat keyman'ın türkan saylan ve hrant dink'i, 'erdemli vatandaş' ortak paydasında toplayan yazısına bir cevap niteliğinde, daha uzun bir yazıydı aslında. ama bugün için, şu kadarı yeterli... (bir de not. bu yazıdan bir süre sonra, limanda toplanan kalabalık mahkemeye yürümeye başladı, biraz daha dahil oldu mahkemeye)


15 Ocak 2012

Reklamlar hakikati söyler ya da beyaz robotlar beyaz Türkleri siyah korsanlardan nasıl kurtardı?

(hazır başlamışken, bir önceki agos yazısını da paylaşayım. birkaç ay önce vestel reklamı üzerine burada ettiğim laflardan çok daha yeni bir şey söylemiyor, ama belki daha düzenli biçimde söylüyor. aşağıdaki yazı, 24 kasım 2011 tarihinde, agos'un derkenar sayfasında yayınlandı)


13 Ocak 2012

boğaz'a bakarak hayatı dönüştürenler: starbucks işgali



(aşağıdaki yazının biraz kısalmış hali, 6 ocak 2012 tarihli agos gazetesi'nde, derkenar sayfasında yayınlandı)

Kadrolu devlet Cemil Çiçek, meclis kürsüsünden haykırıyordu: “Bu, Boğaz’a bakarak...Türk milletini arkadan hançerlemektir!” Bahsettiği 2005’teki ‘Osmanlı Ermenileri’ konferansıydı, tehditler üzerine Bilgi Üniversitesi’ne alınan. Sonrasındaki 6 sene, Boğaz’a bakarak, ama onun ötesinde coğrafyaları, Halâskârgazi’de cansız yatan Hrant Dink’i, Kürdistan’da tutuklanan çocukları, Tuzla tersanelerinde ölenleri görerek, hançerini elinden geldiğince zalimlere batıranlara tanık oldu, Boğaziçi. Romantik bir kurtarılmış bölge, ya da bir fildişi kulesi değildi elbette; git gide ticarileşen bir üniversiteydi, öğrencilerinin hiçbir karar mekanizmasında yer alamadığı bürokratik bir şirket olma yolundaydı; siyasi baskılar yüzünden soruşturmalara maruz bırakılan öğrencileri vardı.

6 Ocak 2012

blog'dan sorulan sorulara blog'dan cevaplar

en önce: http://twitter.com/#!/inesistente/status/155197168112779266

biraz sonra: http://bellatrixbegins.blogspot.com/2012/01/ben-anlamyor-politika-anlamyor-humanizm.html

daha sonra:

varolmayan şövalye 6 Ocak 2012 10:55
öyle ya da böyle açık iletişim kanallarımız varken, bana olan sorularını/itirazlarını buradan yöneltmeni garip buluyorum şulecim. cevaplarımı bilahare veririm.

bellatrix 6 Ocak 2012 11:20
bu sadece sana karşı bir yanıt değil ama senin yazdığın bir şeyle tetiklendi, evet. önce sana yanıt vermeye yeltendim, baktım olmuyor (zaten ben de kısa yazamam), yazıya döktüm çünkü dedim ya, direkt seninle de ilgili değil. şimdi tekrar girdim twitter'a, yazının linkini koyarken seni de @'leyeyim diye, ama zaten görmüşsün, sorun çözüldü.

buradan, mailden filan olacak iş değil bu ama benim anlamadığım bir şey var ve bu nedir, bunun altında ne yatar, onu öğrenmek istiyorum. gerçekten istiyorum, sonunda evet haklısın demeyecek olsam bile, gerizekalı diye yaftalanmayı da göze alarak istiyorum.

görüştğümüzde, diyelim mi?